İşbu yazı, tapu kaydı üzerine orman şerhi işlenen taşınmazlar yönünden sahip olunan dava hakkı ve bu hakkın nasıl kullanılması gerektiğine ilişkin olup orman şerhi sonucu mülkiyet hakkının kısıtlanması nedeniyle dava yoluna başvurmadan önce idareye başvuru zorunluluğu bulunup bulunmadığı, hangi hukuki sebebe ilişkin olarak dava açılması gerektiği, bu davanın hangi zamanaşımına tabi olacağı, tapu iptal ve tescil davası ile orman şerhi nedeniyle uğranılan zararın tazmini davasının bir arada açılıp açılamayacağı, hangi kurum veya kurumlara husumet yöneltmenin mümkün olduğu ve orman tahdidi dışında kalan kısım için değer kaybına ilişkin olarak tazminat talebinde bulunulup bulunulamayacağı konularına ilişkin olarak bilgilendirme amacıyla kaleme alınmıştır.
Öncelikle ifade etmemiz gerekir ki, orman şerhi nedeniyle uğranılan mağduriyetler orman kadastrosu ile genel kadastro arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Orman vasfı niteliğinde olmasına rağmen henüz orman kadastrosu geçmemiş taşınmazların bir kısmı -orman kadastrosu ve genel kadastro arasındaki uyumsuzluk nedeniyle- genel kadastro işlemi sonrasında devlet onaylı bir biçimde özel mülkiyete tabi hale gelmiştir. Bireyler işbu kadastro bilgilerine ve tapu kayıtlarına güvenmek koşuluyla taşınmazların mülkiyetini ellerinde tutmaya devam etmiş veya tapu kaydına güvenen kişilere satış işlemleri gerçekleştirilmiştir. Orman kadastrosuna müteakiben, söz konusu taşınmazların tapu kayıtlarına, orman vasfı bulunduğundan bahisle şerh düşülmüş ve düşülmektedir. Bu şekilde bir mülkiyet hakkı ihlali halinde, nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine dair değerlendirmemiz aşağıdaki gibidir:
1- Tapu kaydı üzerinde orman şerhi bulunması halinde dayanılacak hukuki sebep
İfade etmemiz gerekir ki, orman şerhinden ari bir şekilde satın alınan veya geçmişten bu yana mülkiyet hakkına sahip olunan bir taşınmaz tapu kaydına, orman tahdidi içerisinde kaldığından bahisle orman şerhinin işlenmesi doğrudan mülkiyet hakkına bir müdahale olarak görülebilecektir. Bu halde, akla gelen ilk hukuki vasıta kamulaştırmasız el atma olacaktır. Kaldı ki, Yargıtay tarafından verilen geçmiş tarihli kararlarda uğranılan zararların tazmini bu hukuki sebebe dayalı olarak gerçekleştirilmekteydi. (YARGITAY 5. H.D. E: 2015/26684 K: 2016/14435 Tarihi: 20.10.2016)
Ancak, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, bu şekilde ortaya çıkan mağduriyetlerin tapu sicilinin hatalı tutulmasından kaynaklı olduğuna kanaat getirmiş ve bu yönde yerleşik bir içtihat oluşmuştur. Yukarıda yer vermiş olduğumuz Yargıtay 5. Hukuk Dairesi E: 2015/26684 K: 2016/14435 20.10.2016 tarihli kararının yeniden temyize taşınmazı sonrası dosya, 20. Hukuk Dairesi tarafından incelenmiş ve E: 2018/3876 K: 2019/199 ve 17.01.2019 tarihli karar ile zararın tazmini açısından TMK 1007’ye dayalı olarak hareket edilmesi gerektiği öngörülmüştür. Aynı yönde birçok Yargıtay kararı bulunmaktadır. (YARGITAY 20. H.D. E: 2016/12952 K: 2018/6843 Tarihi: 25.10.2018; YARGITAY 20. H.D. E: 2017/4986 K: 2019/6322 Tarihi: 06.11.2019; YARGITAY 20. H.D. E: 2017/7277 K: 2020/343 Tarihi: 23.01.2020)
Bu nedenledir ki, günümüz itibariyle orman şerhine dayalı olarak ikame edilecek davaların TMK 1007 kapsamında ikame edilmesi gerekmektedir. Gerçekten de tapu sicilinin hatalı olarak tutulması sonucu bu şekilde bir zarar meydana gelmekte olup Yargıtay’ın bu görüşü son derece isabetlidir.
2- TMK 1007 kapsamında tazminat davasının tapu iptal ve tescil davası ile beraber açılıp açılamayacağına ilişkin
Mezkur uyuşmazlık türüne dair eski Yargıtay kararları incelendiğinde görülecektir ki, orman şerhinin tapu kaydına işlenmesine müteakiben Orman Genel Müdürlüğü tarafından tapu malikine karşı
tapu iptal ve tescil davası açılmaktaydı. Bu davanın sonuçlanmasına akabinde ise, taşınmaz maliki, TMK 1007 Kapsamında tazminat talepli dava ikame etmek suretiyle zararını tazmin etmeye çalışmaktaydı. Bu noktada ifade etmemiz gerekir ki, taşınmazı üzerine orman şerhi işlenen malik, tazminat talebiyle beraber söz konusu taşınmazın davalı hazine adına tescilini isteyebilecektir. Bu konuda hukuki yarar mevcuttur.
Davacı ...'in murisinin arazi kadastrosu yoluyla edindiği taşınmaza 1981 yılında taksim yoluyla malik olduğu, taşınmazın kısmen yahut tamamen orman tahdit haritası içinde kalması halinde tapu malikinin mülkiyet hakkının kısıtlanacağı kuşkusuzdur. Bu durumda davacının kayden maliki olduğu taşınmazın orman sınırları içinde kalan kesiminin tapu kaydının iptal edilip orman niteliği ile Hazine adına tescili ve tazminat istemiyle dava açmakta hukuki yararı bulunmaktadır. (YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ E: 2019/2858 K: 2019/6292 Tarihi: 05.11.2019)
Tapu iptali ve tescil davası ile TMK 1007 kapsamında açılacak tazminat davasının birlikte açılması ile ayrı ayrı açılması arasında uğranılan zararın meydana geldiği tarihin tespiti açısından farklılık mevcuttur. Bu husus 5 numaralı başlığımız altında incelenecektir.
3- Husumete İlişkin
Bu noktada her iki dava türü açısından ayrı ayrı değerlendirme yapılması gerekmektedir. Konusu TMK 1007’ye dayalı tazminat davaları yönünden husumetin yalnızca Hazineye yönetilmesi gerekmektedir. Orman Genel Müdürlüğüne yönetilecek husumet, davanın pasif husumet yokluğundan reddine sebebiyet verecektir.
“… Ancak 4721 sayılı TMK'nın "sorumluluk" kenar başlığını taşıyan 1007. maddesinde "Tapu sicilinin tutulmasından doğan tüm zararlardan Devlet sorumludur." Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder" hükmü yer almakta olup, anılan yasal düzenleme nedeniyle Orman Genel Müdürlüğü aleyhine tazminat davası açılmaz. Somut olayda ise Hazine yanında Orman Genel Müdürlüğüne de husumet yöneltilmiş olup, yukarda açıklanan gerekçeye istinaden Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın pasif taraf sıfatı yokluğu nedeniyle usûlden reddine karar verilmesi gerekirken davanın esası hakkında hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.” (YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ E: 2015/16469 K: 2017/4322 Tarihi: 11.05.2017)
Tapu iptal ve tescil davası açısından ise, ormanların mülkiyeti her ne kadar Hazine’ye ait olsa da kullanma ve yararlanma hakkı Orman Genel Müdürlüğü’nde olması nedeniyle husumetin hazine ile beraber Orman Genel Müdürlüğü’ne de yönetilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, işbu iki dava türünün hukuki yarar kapsamında yığılması durumunda, husumetin hem Hazine’ye hem de Orman Genel Müdürlüğü’ne yönetilmesi gerekmektedir.
“…Şöyle ki; Dairemizin karar düzeltme ilamında, TMK’nın 1007. maddesine dayalı olarak açılan tazminat davalarında Hazinenin yasal hasım olduğu, tazminat davasının kabulü halinde davacıya ait tapu kaydının iptal edilip orman olarak Hazine adına tesciline karar verileceğinden Hazinenin yine yasal hasım konumunda olacağı açıklanmış ve bu nedenlerle bozma ilamındaki Hazine hakkındaki davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesine ilişkin cümlelerin çıkarılarak bozma ilamının düzeltilmesine karar verilmiştir. Buna rağmen mahkemece, Hazine hakkındaki davanın husumetten reddine, -davanın tapu iptal ve tescil talebini de içermesi nedeniyle Orman Yönetiminin davada taraf olmasında isabetsizlik yoksa da- TMK’nın 1007. maddesi gereğince açılan tazminat davalarında sorumluluğun Hazine’ye ait olmasına rağmen tazminatın Orman Yönetiminden tahsiline karar verilmiştir.” (YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ E: 2017/7277 K: 2020/343 Tarihi: 23.01.2020)
“O halde; Devlet ormanlarının mülkiyeti Hazineye kullanma ve yararlanma hakkı Orman Genel Müdürlüğüne ait olduğundan tapunun iptali ve tescil isteği yönünden dava dilekçesi ve duruşma gününü bildirir davetiye Orman Yönetimine tebliğ edilerek husumet yaygınlaştırılmalı,” (YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ E: 2017/4896 K: 2019/6322 Tarihi: 06.11.2019)
4- Zamanaşımına İlişkin
TMK 1007 den kaynaklı tazminat davaları 10 yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olup işbu süre, mülkiyet hakkının kısıtlandığı tarih itibariyle başlayacaktır.
Ayrıca, 4721 sayılı TMK’nın 1007. maddesi uyarınca açılan tazminat davaları, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146. maddesi (Borçlar Kanununun 60. maddesi) uyarınca taşınmaz mülkiyetinin yitirildiği tarihten itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresine tâbi olup … (YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ E: 2015/16469 K: 2017/4322 Tarihi: 11.05.2017)
Bu noktada, mülkiyet hakkının kısıtlandığı tarihin tespiti son derece önem arz etmektedir. Yukarıda da değindiğimiz üzere, tapu iptal ve tescil davasının tazminat davasından önce açılması halinde, tapu iptaline ilişkin kararın kesinleştiği tarih itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresi başlayacaktır. Ancak, tapu iptal ve tescil davası ile TMK 1007 kapsamındaki tazminat davasının birlikte açılması halinde, henüz mülkiyet hakkının yitirildiğinden bahis mümkün olmayacağı için
zamanaşımı süresi başlamamış olacaktır.
“Taşınmaz halen davacılar adına kayıtlı olsa da orman şerhi ile mülkiyet hakkının kullanılamaz hale gelmiş olması sebebiyle davacıların bu davayı açmakta hukuki yararı bulunmaktadır. Dava adli yargının görev alanına girmektedir. Davanın tabi olduğu 10 yıllık zamanaşımı süresi zararın doğması yani tapunun iptali ile başlayacaktır. Dolayısıyla zamanaşımı da
söz konusu değildir. Bu nedenlerle davalı hazine vekilinin bu hususlara ilişkin istinaf sebepleri yerinde görülmemiştir.” (SAKARYA BAM 3. HUKUK DAİRESİ E: 2019/21 K: 2019/143 Tarihi: 06.03.2019 - SAKARYA BAM 3. HUKUK DAİRESİ E: 2019/1016 K: 2020/146 Tarihi: 13.02.2020)
5- Tazminat hesabına esas zarar tarihine ilişkin
Yukarıda da izah ettiğimiz üzere, tazminat hesabında esas alınacak tarihin tespitinde, TMK 1007’ye dayalı tazminat davasının tek başına mı yoksa tapu iptal ve tescil davası ile beraber mi açıldığı son derece önem arz etmektedir.
Tapu iptal ve tescil davasının daha önce açılmış olduğu varsayımda, zararın meydana geliş tarihi, tapu iptal tesciline ilişkin dava hakkındaki kararın kesinleştiği tarih olacaktır.
“Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir. 4721 sayılı TMK’nın 705/2. maddesi uyarınca tapu iptal ve tescil istekli davaların kesinleştiği tarih itibariyle mülkiyet hakkı sona ereceğinden bu tarih itibariyle tapusu iptal edilen gerçek ve tüzel kişilerin zararı oluşacaktır. Dolayısıyla bu tür bir dava, taşınmazların mülkiyetlerinin yitirilmesine ilişkin iptal ve tescil davasının kesinleştiği tarihten sonra açılabileceğinden, mülkiyetin kaybedildiği tarih itibariyle de taşınmazların değerinin tespit edilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.
… tapu kaydının iptaline ilişkin hükmün kesinleştiği tarihteki gerçek değerinin hesaplattırılması, taşınmazın varsa mütemmim cüzleri, muhdesat ve sökülemeyen teferruatlarının değerleri bayındırlık birim fiyatları ve yıpranma oranları gözetilerek değerlendirme tarihine göre tespit ettirilmesi, taşınmazın zemin değeri, var ise üzerindeki mütemmim cüz, muhdesat ve sökülemeyen teferruatlarının değerleri esas alınarak bu şekilde tapusu iptal edilen tapu sahibinin iptal kararının kesinleşme tarihi itibariyle gerçek zararının saptanması, kamulaştırma işlemi yapılmış ve davacılara kamulaştırmadan dolayı bir bedel ödenmiş ise bu bedelin de değerlendirmeye esas alınması, taşınmaz üzerinde bulunan irtifak şerhinden kaynaklanan değer düşüklüğü de belirlenip, taşınmazın değerinden indirilmesi gerektiği düşünülerek hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usûl ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.” (YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ E: 2018/6184 K: 2019/3519 Tarihi: 16.05.2019)
Tazimat davası ile tapu iptal ve tescili davası birlikte açılması halinde ise, Yargıtay içtihatlarına göre tazminat miktarının hesabında esas alınacak tarih olarak davanın açılmış olduğu tarih kabul edilmektedir. Bu noktada ifade etmem gerekir ki, mülkiyet hakkı ihlal edilmiş olan kişinin uğramış olduğu zararın hakkaniyete en yakın bir biçimde tespiti amacıyla, zarar tarihinin keşif tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği kanaatindeyim.
“Mahkemece, dava konusu taşınmazın bulunduğu yörede yapılan orman tahdidine ilişkin tüm işe başlama, çalışma, işi bitirme ve sonuçlarının askı ilan tutanakları ile taşınmazın bulunduğu yeri orman
tahdit sınır noktalarıyla birlikte gösterir onaylı orman tahdit haritası ile taşınmazın arazi niteliğinde olduğuna ilişkin tespite bir itiraz olmadığından taşınmazın sulu-kuru olup olmadığı, yerleşim alanlarına uzaklığı, iklim şartları, arazinin toprak ve topoğrafik yapısı ve bölgesindeki konumu gözetilerek çevrede yetiştirilen ürünlerin münavebesi, dekar başına ortalama verim, toptan satış fiyatı ve üretim maliyeti resmî verileri ilçe tarım ve orman müdürlüğünden getirtilmeli, taşınmazın kesinleşen tahdit sınırları içerisinde kalan kısmı tespit edilerek bu kısmın tapusunun iptaline karar verilmeli, tazminat davası ile tapu iptal ve tescil davası birlikte açıldığından taşınmazın tahdit sınırları içerisinde kalan kısmının dava tarihindeki gerçek değeri hesaplattırılmalı, bu şekilde tapusu iptal edilen tapu sahibinin gerçek zararı saptanmalı ve bozmadan sonra ıslah olmayacağından ek bir dava açılmadığı takdirde dava dilekçesindeki talep ile bağlı kalınarak oluşacak sonuca göre karar verilmelidir.” (YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ E: 2017/7277 K: 2020/343 Tarihi: 23.01.2020)
6- Orman tahdidi dışında kalan alan için değer düşüklüğü talebine ilişkin
Bilindiği üzere, kamulaştırma davalarında kamulaştırılan alan dışında kalan kısım açısından değer düşüklüğü olması halinde, bu değer düşüklüğünün idarece denkleştirilmesi mümkün olabilecektir. Bu durum, orman şerhi nedeniyle uğranılan zararlarda da geçerli olup orman tahdidi dışında kalan kısım açısından değer düşüklüğüne binaen tazminat talebi mümkündür. Bu nedenle, dava ikamesi esnasında bu hususun ayrıca belirtilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, mahkemece resen gözetme söz konusu olmayacaktır.
“Ayrıca, davacının çekişmeli taşınmazın orman şerhi konulan 3872 m²'lik kısmına yönelik tazminat talebi bulunduğu yine Orman Yönetimince de çekişmeli taşınmazın tahdit içinde kalan kısmının tapusun iptali ile orman niteliğiyle Hazine adına tesciline karar verilmesi talep edildiği halde, taşınmazın dava konusu olmayan ve 2/B alanında kaldığı anlaşılan 1797 m²'lik kısmını da kapsar şekilde taşınmazın tamamının tapusunun iptaline ve orman olarak tesciline karar verilmesi doğru görülmemiştir.”( YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ E: 2019/3536 K: 2019/7290 Tarihi: 10.12.2019)
Son olarak belirtmemiz gerekir ki, bu tür davalar açısından idareye başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır. Her ne kadar 2010 öncesi verilmiş bazı Yargıtay kararlarında başvuru zorunluluğuna vurgu yapılmış olsa da bu tarih sonrası bu şekilde bir zorunluluk gündeme gelmemiştir.
Av. Ahmet AKBAŞ